30 Eylül 2013 Pazartesi

32 gün önce

Sınırlardan bahsedelim istiyorum biraz. Sınırlarımızdan.. Aslında şimdi tekrar düşündüm de, sınırlardan bahsetmek için çok erken. Haddimi aşarım belki bu konuya girersem şimdiden. Belki de sonsuza erişmek için çok geç artık. Havada asılı bırakıp bu mevzuyu, rakıya dönüyorum. 

Dalgalar çok aceleciydi. Kafa güzelliğinde düşünülmüş binlerce harika fikirden biriydi bu. Dalgalar çok aceleci dedim. Unutma bunu. Defalarca hatırlattım kendime. O an kurguladığım imgelerin hepsi uçtu gitti. Sadece bu cümle kaldı aklımda. Belli ki çok yavaştım hayatın nazarında. Rüzgar okşuyordu saçlarımı belki de, belki de fazla yapay olan vişne suyu bile kaçıramamıştı tadımı. 

Güneş Heybeliye karışırken bulmuştum kendimi. Tam bir yıl sonra. Bu sefer kucağımda bal rengi bir şişe beyaz yoktu. Bu sefer mutsuz değildim. O kadar yalnız değildim. O kadar yalnız olamam bir daha.. Yavaşça giriyoruz sınırların dünyasına..


29 Eylül 2013 Pazar

blood of my blood

anlık duygusal sıçramalardan etkileniyoryanlış sapkın algıların gerçekliği kırmasına izin veriyorsun. saplanıp kalıyor insan hatalı, kırık dökük ve yanlı yansımalara. onlara alışıyorsun ve gerçekliğin, senden başka herkese patolojik görünen bir simge halini alıyor.

bunu daha önce konuşmuştuk. konuşmadığımız, daha doğrusu konuşmadıklarımıza gelince... ''derdini sikeyim butonu'' arayışıyla, "ne gerek vardı?" catchphrase'i arasında geçen zaman boyunca sorguladım. böylesine kısa bir sürenin ardından düşündüğüm şey, sırf normal olduğun için ötekileştirilmenin ne kadar ironik oluşuydu. 

gruplaşmanın gerekliliğini ve gruplaşmanın, kümeleşmenin kaçınılmaz olarak kendini her toplulukta inşa ettiğini fark ettim azizim. farklılıklara tahammül edilmediğini fark ettim. seslerin rahatsız edicilik seviyesini ölçtüm ve  insanların kulaklara tecavüz etmeleri gereken anı pek iyi bildiklerini anladım. evet, sesler duyuyorum. sesler gitti. kendi narsizminin içinde boğulan, kendi kendinin egosunun egosunu derinlerden çıkarıp kuyudan su çeker misali içmeye duran, kuyunun kovası gibi merkeze oturtan varlığını...

rahat yok. rahatsızların arasında rahat edemiyor insan. rahatlıktan rahatsız olanların arasındayken çıban gibi hissediyorsun kendini. hissetmek zorunda bırakılıyorsun. yo, abartmak değil bu. bu bir keşif. ondan çıkıp her zaman olduğu gibi bana ve içselleştirmeye çalıştığım kavramlara yönelen bir keşif sadece. zira anlam her yerde gizlenebilir. yatağınızın altında, sigara paketinizin içindeki son dalda, turistik bir yerden satın aldığınız çakmakta. bazen kanınızdan bir insanın, egosantrizmini doruklarında yaşamak pahasına benliğinizi ezip geçtiği anlarda.. yeter ki düşünün, yeter ki biraz kafa yorun. 

yitip gidecek olan günleri yermiş gibi yiyip bitiriyorum ajandanın sayfalarını. kağıt bitmez, kalem bitmez; tükenen benim belki de. ama yok.. yazarak inşa ederim ben. ben bedenimden çıkarım yazarken. kağıtlar boşa gitmez. hiçbir zaman gitmedi. dedim ya anlam her yerde gizli. anlam hepimize yeter. anlam, dünyadaki canlıların birbirlerine eklemlenerek oluşturdukları bir kılıç gibi. bütün göğüsleri delebilen, paslanmaz çelikten bir kılıç.  bazılarımız, o kılıca nazikçe sürtünen ipeğin eşsiz sesini duymayı başarırken, diğerlerimiz kılıcı bir kenara atıp deşiyor ipekleri. yorgunluk her yerde ifşa eder kendini...

bum

Daha güzel kelimeler bulmalıyım. Daha güzel cümleler kurmalıyım. Dahasını yapmalıyım. Daha iyi, daha güzel, daha bilmem ne.. Daha iyisi her zaman var. Daha kötüsünün mevcut olmadığını iddia etmiyorum pek tabii.. Her zaman daha iyisi var ve her zaman daha kötüsü de. Amacım dengeyi sağlamak olduğunda bunu başarıyorum. Fakat bir sonraki adım, nasıl daha dengeli olabileceğimi kendime sormak. 

Denge kavramının yapısal çözümlemesini gerçekleştirdikten sonra, paradoksa ulaşana dek yapısöküm işine girişiyorum. Dengenin ne olduğu, dengenin tarihsel süreç boyunca nasıl tanımlanmış olduğu, Dengenin ne renk olması gerektiği gibi über soyutluktaki soruları bir bir sorup, bu soruların nasıl bir skalayı gözler önüne serdiğini uzun uzun tartışıyorum. Peki kiminle? Bittabii kendimle.. Al sana sonsuzluk. 

Sonsuzluğun ilerisinde -ötesinde değil, ilerisinde yalnızlık var: Harfleri yan yana dizip onlara şöyle bağırıyorum: "hadi halay çekin!" 

Esasında, uyumlu olup olmadığına bakmaksızın, önündeki klavyenin tuşlarına basarak, bir araya geldiklerinde geleneksel uzamda bir anlam ifade eden notaları ortaya çıkaran piyanist şantör gibiyim. Harfleri yan yana koy, zaten bunu 100.000 kez yaptığın zaman elde ettiğin şey anlamlı bir hale gelecektir. Zira onu da sorgulayacaksın.

Çünkü anlam her yerde gizlenebilir. Yatağınızın altında, sigara paketinizin içinde, çayın ihtiva ettiği oksalat kristallerinde bile! Ve anlamı her yerde bulabilirsiniz. Yeter ki sorgulayın ve bunu bir amaca ulaşma kaygısı gütmeden yapın. Öyle bir anlam denizi inşa edeceksiniz ki dudağınız uçuklayacak. Sonra bir bakacaksınız bu deniz olmuş okyanus.. Ve öyle genişlemiş ki derinleşmeye başlamış. Nihayetinde en son kara parçasını yutacak kadar çoğalmış.. Ve BUM! Ayaklarınızın altından kayıp giden zemine hoşça kal deyin. Zira onunla tanışmanıza gerek kalmayacak. Zemini düşünmek için kimin gerçek bir zemine ihtiyacı var ki allah aşkına? 

Kaybolup giden zeminin neden BUM gibi bir ses çıkaracağı sorusunu es geçip okyanusa dönelim. Zira bu soru herhangi bir dimağı düşünmekten vazgeçirebilecek bir cevaba sahip. 

Okyanusun sonsuz olmasını arzuluyorsanız cevaplardan uzak durmalısınız. Her bir cevap, okyanusun dibinde kimin ne zaman inşa ettiğini bilmediğimiz delikleri tıkayan tıpaları serbest bırakır. Bu deliklerin ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Söylentilere göre bu delikler boşluğa açılmakta. Gerçekten var olan bir boşluk fikrinin imkansız geldiğini biliyorum. Ama algılarınız sizi yanıltıyor. Burada imkansızlık yok; burada kapılar var. Burası sonsuz anlamlar içeren, ve anlamların da bir takım anlamlar ihtiva ettiği alabildiğine derin bir fraktal yapılar dizisi. Kapılar var. O kapılara açılan kapılardan geçip, bambaşka kapılara ulaşıyorsunuz. Kapılara açılan kapılar, delikleri tıkayan tıpalar kadar sonsuzdur. Kaybolmak pahasına aralarsınız kapılara açılan kapıları. Duvarların içinden geçer, yeni kapılara erişirsiniz. 

Anlamın her şey haline geldiği bu uçsuz bucaksız okyanusta yüzmek, içinde bulunduğumuz gerçeklikten pasifiğin dibindeki eşsiz canlılar kadar uzakta olmak demek. Zemini hatırlıyor musunuz? Hani kaybolup giderken BUM diye ses çıkaran zemini?

devam edebilir..