9 Kasım 2013 Cumartesi

:)

intihar etmek için güzel bir yer arıyordum. zira dayanamayacağım. "intihar etmek için ne güzel bir yer" diye düşündüm: "zira dayanamayacağım". yazmaya başladım

alışverişe geliyorlar buraya. yerler mıcır. gri. piknik masaları var.  

mekanı değiştirdim.o en çok istediğim düzeni kurdum ucundan kıyısından. fakat kemirgenler durmuyor. sarılmış sigaralar içiyorum yine. çay yok. ışık var neyse ki. 

bugün beni temizle diye yalvaran bulaşıkların yarısını yıkadım. diğer yağsız yarı zaten yıkanmıştı. birileri zoru sevdiğimi düşünüyor. yarım tabak erişteyi mideye indirdikten sonra ona makarna pişirdim; binbir zahmet ve ustalıkla. yaptığım en başarılı çalışma. (yüksek lisans yapıyorum ben). sesini yükseltti. biraz. ve buradayız işte.

bugün dedim ki; "ben buraya niye geldim" kulaklarımı tırmalayan bu can alıcı soru, cevabı ile aynı oranda rahatsız ediciydi. maddeler halinde sıraladım yanıtları:

  • ev soğuktu
  • ev işi yapmak istemiyordum
  • ziyadesiyle zorlayıcı olan tez yazma süreci boyunca sorumluluklarım yarıya insindi
  • hayata atılmak(?) ve bir şeyler yazmak, okumak istiyordum.
  • kısacası umudum vardı. 

şimdi; ev işi yapıyorum. ev bazen soğuk. omuzlarımda tonlarca sorumluluğun varlığını hissediyorum. dolaştığım sokaklar tanıdık değil. azarlanıyorum. sinirli olduğum anların sayısı mutlu olduğum anların sayısını çoktan aştı. yorgun, tükenmiş, beyhude hissediyorum. hiçbir şey üretemiyorum. şarkı canımı sıkıyor. süzgeci yıkarken su boşa akıyor. sular kesilebilir. bulaşıklar yıkanmıyor. kimse çay getirmiyor. koşarken kesiliyorum nefesim yetmiyor. kimse çay getirmiyor. kimse. kendime bile hizmet edemiyorum. duş alamıyorum. yazamıyorum bile. peki ne işe yarıyorum? aa, pek çok işe yarıyorum. ziyadesiyle işlevsel bir vücudum var. yemek, temizlik ve o pek bildiğimiz, ağzımızdan düşürmediğimiz şey -ki bu esnada ağzımız açık açık olmasına rağmen düşmüyor ne hoş- üzerine yüksek lisans yapıyorum. 

"bu kadar mı nefret ediyorsun benden" dedi. ben de aynı soruyu sormak üzereydim. konuşmayacağım. 

...

saçma geliyor. her şey aynı oranda saçma geliyor. Ren Harvieu da, sneaker pimps de saçma. ikisinin de canı cehenneme. 
umudum vardı. umudum kırılıyor. sadece içmek istiyorum. eğitimime, öypye, ilişkime, aileme, eve siktiri çekip, her şeyi bir kenara itip içmek. bütün kaygıları bir kenara bırakıp yalnız başıma düşünmek istiyorum.  yorulmamak istiyorum. yaşamamak istiyorum. otobüs şöförlerinin hadi artık binsene der gibi bakmamalarını istiyorum. çaresizce, yanımdan geçen insanların üzgün olduğumu farketmelerini beklememek istiyorum. 

belki de yapayalnız ölmem gerektiği gerçeğini reddedişim ve kör gibi zirilyonlarca hata yaparak yolumu bulma çabalarım bir ilüzyondan ibaret. belki de aşık olmam through the night ve m'aidez arasında cereyan eden beyhude, eninde sonunda bir yanılsama olduğu ortaya çıkacak olan bir süreçti. belki de bunların hiçbiri gerçek değil. belki de eve döndüğümde bütün problemlerin çözüldüğünü zannedeceğim. bu naif bir yalan. naif olduğu kadar kırılgan bir saçmalık. 

yalnız hissetmiyorum. yalnız değilim. kendimle kaldım. kendimle baş başa kaldım. eve gitmeliyim. eve gitmek istemiyorum. hiçbir şey yapmak istemiyorum. bu buz gibi otobüs durağında öylece oturmak istiyorum. kimse bakmasın. kimseye bakmak zorunda kalmayayım. kimse rahatsız etmesin. kimse soru sormasın. kimseye cevap vermek istemiyorum. burda böyle oturmak istiyorum. kaç dakika sürerse o kadar. 

bir smiley kaç anlama gelebilir? kaç mana ihtiva edebilir. bir smileye kaç farklı anlam yükleyebilirim? burayı terk etmek ne kadar zamanımı alacak? kaç dakika sonra kalkacağım bu çelik oturaktan? ne kadar sürecek burada oturmam?

kalk kızım. git burdan. doğuya git. maskeli adamların pençelerinden uzağa. üşüdün zira. olan sana olacak. çünkü sadece sen varsın.

...

20lik votka yokmuş. iki büfeye de sordum. o tuvalet kağıtlarını aldım ve bir smileye kaç farklı anlam yüklenebileceğini düşünerek eve geldim. 
bazen diyorum ki keşke biri bana ne yapacağımı söylese. desin ki, "şunu izle, akabinde şunu dinlerken şuna bak, bir yandan da şunu iç. bak yap çok güzel oluyor." bazen sana ne yapacağını söyleyen bir insana ihtiyaç duyuyorsun. sana ne yapman gerektiğini söyleyen biri varken hayat daha kolay. bu, neden reklamcıların istedikleri gibi at koşturabildikleri engin bir alana sahip olduklarını açıklıyor sanki. 

bazen mutsuzluğumu yaşama benzetiyorum. yaşam, koşulların uygun olduğu her yerde var olabilir. tek ihtiyacı uygun ve olgun şartlardır.  her yerde barınamaz ama şu allahını siktiğimin evreninde kendisine uygun bir yer muhakkak varolacaktır. o yeri bulduğu an işlemeye başlayacaktır. olgun şartların içinde kararan bir virüs. yaşamak yok etmek. ezip üstünden geçmek. iyi bir tarafını göremiyorum artık. iyi bir tarafı yok çünkü. ne douglas adams'ın betimlemeleri mutlu edebilir beni, ne de babil balığının varlığını düşlemek. 
o derme çatma barınağın huşu içinde yıkılışını düşünüyorum. öyle estetik, öyle güzel darmadağın oldu ki.. aklımdan çıkmıyor. 
yaşamın iyi bir tarafı yok. yaşam sadece yaşam işte. öyle, olduğu gibi varolan. asla kurtulamayacağın ve gerçekten bitmesini hiçbir zaman istemeyeceğin bir şey. ölesiye korkuyorum. onu tamamen unuttum. yaşamın iyi bir tarafı yok. hiçbir zaman olmadı. 
bir köşede dertleniyorum. bin kişi istifra etmiş sanki üstüme. benimle birlikte çürüyen insanlar. üstümde çürüyorlar. dertleniyorum bir köşede. üstümde binlercesinin kokusu. milyarlarca yılın tortusuyum ben. baksana 3.5 saat önce sürdüğüm eyeliner ben ağladıkça gözümü yakıyor. kalemi tutuyorum baksana. saçımda şampuan kokusu, üstümde kıyafetler. 
o barınağın düşüşünü hatırlıyorum. ne güzel darmadağın oldu. ne kadar estetik. ne muhteşem bir yıkılış. 
ben yaşamak istemiyorum. ben yazmak istemiyorum. hiçbir şey yapmak istemiyorum. ölmek bile istemiyorum. kendimi öldürecek halim yok. 
yolda yürürken dedim ki "hep yeni dertler çıkıyor. hep yenileri peydah oluyor. neyse ki çözüyorum. her birini un ufak ediyorum. paramparça olmuş kristal kadehin tekine bakıyorum sonunda. demek ki sona ulaşacağım. demek ki bitecekler. belki bir gün hiç üzülmem. belki katıksız mutluluğa erişirim. sonunda en büyük derde ulaşacağım ve bir gün.." yanıldığımı görüyorum. ulaştım belki de. ama sonsuzluğu unuttum. sonsuzu unuttum. hesaba katılmamış önemli bir parametre. kahretsin. hesaplamalarda hep kötüydüm. 
dertleniyorum bir köşede. ne güzel dertleniyorum öyle, nasıl da saçlarımı önüme dökerek darmadağın oluyorum. nasıl da güzel acıyorum kendime. her zaman daha kötüsü var. ve her şey daha kötü olacak. 

elimi kestim bugün. ayşe ablanın benimle birlikte eve yolladığı kavurma kabının köşesi kesti elimi. pek görünen bir yara değil. ama az önce hatırlattı bana gündelik yaşamın ağırlığını. gündelik yaşamın dayanılmaz ağırlığı. gözlerimi silerken yandı. 

bir son var, kızım. en azından senin için. durma, git kes bileklerini.

ne güzel dertleniyorsun bir köşede. ne güzel darmadağın oluyorsun. derme çatma varlığını onurlandır kıpkırmızı sıvılarla. eminim çeliğe sürtünen ipeğin çıkardığı sesi çıkaracaksın giderken.

...

aynaya baktım. çok kolay, o kadar basit ki. niye böyle diye sordum. niye sorusunu soran biri, içinde bulunduğu durumu doğru okuyamıyor demektir. koştum.