24 Eylül 2015 Perşembe

hypertextual

"bir şey söylemek isteyip istemediğimden emin değilim. boş konuşuyorum nihayetinde. anlaşılmıyorsan anlatmanın anlamı yok. öte yandan konuşulmayan şeyler hakkında susmak gerekiyor. wittgenstein susmuştu.

güzel cümleler kurmak faydasız. kurallı cümleler artık işe yaramıyor. başkalarının mutfağında bildiğimiz sevdiğimiz fizik kuralları işlemiyor. başkalarının mutfağında yarın yokmuş gibi soyuyorsun közlediğin biberlerin o incecik kabuklarını. sanki adamın derisini değil, kendininkini yüzüyorsun. soyunuyorsun, arınıyorsun. yok oluyorsun. bırakıyorsun. 

insanlar kendilerini seçerler. kendileri için başkalarını kurban ederken bulursun onları. burda kurban vermek yok. tercihler yok. istediğin kadar kanat, parçalara ayır kendini. bir başkasını yüceltmiyorsun.  
buraya girmek için bir eşiği atlamana gerek yok. atlanacak bir eşiğin olmamasını geçtim, sen eşiğin üstünden atlamanı sağlayacak olan bacaklara sahip değilsin." 

değildin.

teknoloji insanları ne kadar da yalnızlaştırıyor. bildiğim bir gerçek olsa da bu, yüzüme çarpması için gözlerimin önünde somutlaşması gerekiyordu. üç kişi oturuyoruz şimdi. meşgulüz, öyle meşgulüz ki.. sigara yakıyorum ardı ardına. bir sürü imajı suları akmış çöpleri kazır gibi kazıdım aklıma. gereksiz, beyhude, anlamsız görüntüler, muhtemelen yarın unutmuş olacağım bilgi parçacıkları. 1'ler, 0'lar milyarlarca kombinasyon. göründüğü gibi olmama kaygısı.  hepsi boşa çıkar, elinde kalır neresinden tutsan.    

kodlara kişilik yükleyecek hale geldim evet. bazen dünyanın tersine döndüğünü hayal ediyorum. kafamda tepe taklak oluyor görüntü. görüntüler beni rahatsız ediyor. eşeledikçe ulaştığım çelişkiler beni öfkelendiriyor. yalnızız hepimiz. hala. üç kişiyiz. çok meşgulüz.. bitmeyecek sanki. üç kişi olmak, meşgul olmak. sonsuza kadar sürecek gibi.

idealar evreninde zaman öldürmüyor insan. zamana tecavüz ediyoruz. zamanın anasını sikiyoruz.

"aslında uyuyamamanın sebebi çok açık. uyuyamamaya giden yol basit denklemlerden geçiyor. dalga geçer gibi ve belki de rastgele ortaya serpiştirilmiş değişkenler, anlamlandırma eyleminin parmaklarından aşağı doğru nazikçe kayıyorlar. ve ben yine ne anlatmaya çalıştığımı unuttuğum yere geri geliyorum. hep burada kalsam keşke. çünkü en zoru, her şeyin başa sarıldığı noktaya geri dönüp alışmaya çalışmak. hiç gitmeseydim hep daha kolay olurdu.

idealar evrenindeki metinlerarasılık beni gezmeye mahkum etti. öyle gezdim, öyle dolaştım ki.. kadınlara ulaştım yine. tüketerek var olan kadınlar. tek tornadan çıkmış, yürümüş, konuşmayı öğrenmiş, evrene salınmış, habitatlarına hapsolmuş kadınlar. sinirlenmedim. canım sigara istedi. metinlerarasılığın gözü kör olsun dedim. salona girdim, borçlu çıktım. babam çayına kavuştu, kurabiyeyi unuttu. odaya döndüm, sibel uyuyordu. küllüğe giden yolda yakalanmadım. yükte ve pahada ağır koltuğa oturdum. elime aldım tutunamayanları. selim anlatır ben dinlerken aklım dağıldı. böyle gidersen o kitabı bitiremezsin dedim, dinlemedim. artık ondan hoşlanmıyorum. boş konuşuyor. çok fazla konuşuyor. hep bir umut kırıntısı, toparlama çabası, samimiyetsiz iyisinler, güven vermeyen iyi olacaksınlar. insan tutunacak bir şeyler bulur dedi sibel. umarım bulurum. kendime doydum, ziyade olsun diyemiyorum.

nitekim iki işi aynı anda yapmaya çalışmamaya karar verdim.
'kendinibeğenmişçesinesankibizdenöncebirşeysöylenmemişçesinegillerden olmaktan korkmadan kapınızı yumrukluyoruz'

kitap okurken düşünmek doğru bir davranış değil. hayata katlanamıyorum. "

hala üç kişiyiz. hala meşgulüz.