17 Kasım 2015 Salı

52

cenaze evinden döneli 42 gün oldu. bayrammış. sikeyim bayramını. 2015 hepimizin miladı olacak demişti bir dostum. görece değişti hayatlarımız fakat bu kadarını tahmin bile edemezdim.  makasçıyı bulduk. salak, aptal, ahmak yerine konulmanın verdiği hissiyatı hafifletmenin yollarını arıyoruz hala. yollara çıkıyoruz. rahat bırakılmaksızın. rahat bırakılmaksızın demişken bir uyarı yapmak istiyorum; kendini bir bok sanan klavye delikanlıları: lütfen sahneyi terk ediniz. bugünün kahvaltısından önce anlatacaklarımı kendinize mal etmeyiniz. zira durum, suratımda somutlaşan kaostan daha hırpalayıcı, dert tasa zannettiğim her şeyi aşan bir niteliğe sahip. seni, seni, seni. ve seni de. sana da sonra gelicem gerizekalı kardeşim. hülasa hepiniz rahatlayabilirsiniz. zirvede mutluluklar diliyorum size. hepinize.

bazı cevaplar insanın dünyasını yerinden oynatabilir. her epifani insanı mutluluğa eriştirir diye bir şey yok. bazı durumlarda öyle bir ışık tutarlar ki suratınıza, "tavşan mıydım ben? yoksa köpek miydim lan? neyim ben? ne yapıyordum 25 senedir yolun ortasında amına koyayım?" diye düşünürsünüz. yıllardır yaşamakta olduğu korkunç olayların karşısında kendi kendini gayet güzel sakinleştirebilmiş bir insan, hayatında ilk kez başarısız olduğunda (bkz. 4.5 saatlik çıkış yolu arayışı) aklından geçen şeyler özetle bunlardır desem haddimi aşmam sanıyorum.

cehenneme dönmüş hayatımın ve bilhassa suratımda somutlaşmış olan kaosun etkilerini hafifletmek için uzağa gittim. 610 kilometre kadar uzağa. önce ankaraya uğradım. sevdiklerimi görmek ve yolu biraz daha uzatmak adına tercihimi otobüsten yana kullandım. on yaşımdan beri tek başıma seyahat ediyorum. uzun yolculuklar iyidir. kişilere bölünmüş hayatımın ve gittiğim mekanların korkutuculuğundan olacak, uzun yolculuklar bana her zaman iyi gelir. uzun yolculuklarda yazabilir, okuyabilir, düşünebilir, rahatlayabilirsiniz. tek başınıza seyahat ediyorsanız, ağzınıza sıçan insanlardan uzaklaşırsınız ve böylece rahatsız edilme oranınız önemli ölçüde düşer. yazacaktım, okuyacaktım, düşünecektim, uzaklaşacaktım. zira şöyle bir baktığımda, rezalet bir hayat yaşıyordum. cehennem. bu cehennemin bir başkasının cenneti olabileceği fikri ise kırıp dökme isteği uyandırıyordu bende. 

varış noktasında ilk iki gün işler iyi gitti. arife gecesi, teknolojinin bizi ne kadar yalnızlaştırdığına ve başka birkaç şeye ilişkin yazımı bitirdikten sonra bilgisayarı kapattım. ayşe abla uyumamızı gerektiğini, kendisinin uyumayacağını bildirdi. 10 dakika boyunca belirli aralıklarla ne olduğunu öğrenmeye çalıştık. nihayet: 

"baban facebook'unu açık unutmuş yavrum" 

bu cümle ayşe ablanın iki saate yakın bir süre boyunca kek gibi kararlı bir şekilde birbiri ardına açtığı şişeleri, odadaki ölüm sessizliğini, uyuyamayışımızın sebebini açıklıyor, dünyanın başımıza yıkılacağını haber veriyordu. 

can sıkan bir takım detaylar sabrımın tükenmesine vesile oldu. artık yeterdi. daha fazla dayanmayacaktım. insanlar bencildir. o gün, dünyanın bir yerinde, biricik, tek bir noktasında duran bir kadının aklından geçenler şunlardı: 

"baba kız onlar, araları düzelir zaten, ben biraz can yakayım, zira bu herif canının yakılmasını ziyadesiyle hak ediyor." 

o herif gerçekten de canının yakılmasını hak ediyor. fakat insanlar sizi kurban ederler. çünkü o herifler hatalı olduklarını kabul etmeyecekler.  kurban edilmek, yanlışlarını gören insanlara has bir şey. insanlar dünyayı yakabilirler.  bu çoğunlukla nedensizdir. canları  gerçekten yandığında sizi ve başka bir çok şeyi harcamak için düşünecekleri süre tahmin ettiğinizden çok daha kısadır. onları en zayıf noktalarından vururken iki kere düşünün. çocuğunuz varsa, yapmayın. zira sizin götünüz kurtulacak çünkü haklı ve harikasınız. çünkü karşına geçip sana seni anlatırsam katlanamayacaksın ve ne yazık ki senin kadar vicdansız değilim. 

onunla konuşurum. ne yaptıysa ne ettiyse konuştum. bugüne kadar yanına oturdum, sebepler dedim içimden. "sebepler evet. bir nedeni olmalı. bir nedeni var. her şeyin suçlusu o olamaz nihayetinde." her şeyin suçlusu oydu. 

hepimizin aynı odada uyuduğunu gördüğünde kapıyı çarptı, bir sigara yaktı ve bilgisayarına yürüdü. haklı olduğunu bildiğinden eminim. adından daha ezbere bildiği bir şey bu. o hep haklıdır. onunla o gün konuşmadım. 

olayların bir önemi yok. önemli olan olgulardır. o gün için olaylar bana büyük resmi ne şekilde kaçırdığımı gösterdi. trajedi olduğunu zannettiğim her şeyi koymuştum bir kenara. zira sebepler ve sonuçlar gözüme batıyordu. ne batması resmen kanırtıyordu. biliyordum artık. o an avuçlarımın arasındaki 52 seneye dehşet içinde bakıyorum. beş yaşımdan bu yana kendimi bildiğimi, dolayısıyla hatırladığım verileri derleyip toplayabildiğim sürenin yirmi yıl olduğunu varsayıyorum. zihinsel süreçler, bilişsel aktiviteler, hatıralar hepsini geç, 25 yaşındayım. 25'e 27 ekle. 52 sene. o elliiki seneye ne desem az. ne desem yalan. nutkum tutuluyor. sen neredeydin abi o elliiki sene? hayır hayat sikti belanı eyvallah ama sen neredeydin be abi? neresindeydin hayatın? neden durmadın? sebep aradım. bulamadım. dört buçuk saat aradım. yok. baştan sona kabul edilemezdi. ve ben bunu 25 yıl sonra anlıyordum. 

sonuç olarak "her şeyin bir sebebi vardır" zırvasının yerini şu cümleler aldı:

"soyadımı değiştiricem", "ben o herifle konuşursam kalp krizi geçirir", "mecbur muyum?", "terapiste gitsin", "sen de bi siktir git artık be!" 

terapiste gitmiyor. gitmeyecek. gerçek ruh hastaları terapiste gitmez. tedavi olmak isteyen insanlar gerçek ruh hastalarının etrafındaki insanlardır. nitekim makasçımız 1998 yılında prestijli bir kişilik testinden alnının akıyla çıkmıştı. alkışları duyabiliyorum. 

bu da bizi soyadı değişikliğine götürüyor. soyadı değişikliği her zaman bir seçenektir. özellikle size hiçbir emeği geçmemiş, sizi hayatınızın başladığı günden itibaren sizi seneler boyunca çeşitli şekillerde kullanmış (bkz. bir kadını hapsetme yöntemi olarak çocuk; kendini satma aracı olarak çocuk; sevgili tavlama yöntemi olarak çocuk; bir bahane olarak çocuk; vb.) "sikiminkeyfibiryanadünyabiryana" yavşaklarının sizle gurur duymasını engellemek istiyorsanız. 

insanlar hata yapabilirler. insanların elinde olmayabilir. bir yere kadar. hedonist, narsist bir mitomanyak olmayı 25 sene boyunca sürdürürsen, o boktan karakterine şahit olmasına, hayatından gelip geçen onlarca insanı izlemiş olmasına rağmen inatla yanında durmayı sürdürmüş o zavallı insanı kaybedersin. 

keşke gitmeseydim. cehalet mutluluktur lafının ihtiva ettiği anlamlar dizisinin tamamının götüme girdiğini hissediyorum. ara ara dünya başıma yıkılmaya devam ediyor. zaten dünyanın başıma yıkılması hususunu akut değil, kronik bir rahatsızlık olarak ele alıyorum artık. uzmanlar da nihayet görüş birliğine vardıklarına ve benimle aynı fikirde olduklarına göre, elimdekini yavaşça yere bırakıp uzaklaşmalıyım. etle tırnak? :)  come on... 

sana gelince: eğer insan beyni yerine başka yerleriyle hareket etmeseydi, hiçbir şey şu anki gibi olmayacaktı. ne sermaye ne üstyapı, hiçbiri bildiğin gibi olmayacaktı gerizekalı kardeşim. indirgemiyorum. bilakis senin indirgemeci tutumuna gönderme yapıyorum.

benim açımdan bakacak olursak millajovovichgillerin rağbet gördüğü bu lüzumsuz arz talep dengesi içinde tüketilmek hiçbir şekilde söz konusu olmayacaktı. senin açından bakarsak x 2.0'ı yitirmemiş olacaktın. afaki sataşmalarını koluna takıp kendini beğenmiş tavrınla dört nala boş koşmamış ve muhtemelen yalan yanlış konuşmamış olacaktın. samimiyetsiz iyi misinlerle gelip muazzam öngörülebilirlikte bir primatsın demeyecektin belki de. hatta daha ileri gidip senden bir şeyler beklediğimi zannetmeyecektin. beni azarlamayacaktın. keyfimin yerinde olduğunu düşünüp anlamsız bir şekilde bana bilenmeyecektin. belki de bir kez olsun sorumluluğu üstlenip kendi yanlışlarını görecektin. suratımda somutlaşan kaosa "adamlarla ilgili konuştun hıhım evet çiçeğe de burun kıvırdın" diye yanıt vermeye utanacaktın belki de. 

ah o güzel yaşanmamış günler. keşke yanımdan değil içimden geçip gitmiş olsalardı. ama dedik ya en başta: insan beyniyle değil başka yerleriyle hareket ediyor. hah. işte hatırlaman gereken nokta burası. tam olarak kendini içinde görmen gereken bağlam burasıydı. sen bunu es geçersen o bağlamın dönüp dolaşıp senin götüne girdiğini anlamazsın. rezil rüsva olursun gerizekalı kardeşim.

nihayetinde... nihayetinde bir şey yok. beni bunca sene tek başıma ayakta durmaya zorladıkları yetmiyormuş gibi, sırtımdan inmiyorlar efendim. olan bu. neyse ki bundan yüz yıl sonra yaşananların hiçbir önemi kalmayacak. dünya başıma yıkılmaya devam ediyor. inatla tekrar inşa ediyorum. esen kalın..