4 Aralık 2018 Salı

cast

Son fişimle masaya oturdum. Bloguma yazı yazmayalı aşağı yukarı iki sene oluyor. Klavyeye alışmaya çalışıyorum hala. Anlayacağınız pek bir şey değişmedi. bilgisayarımı internete bağlanamaz hale getirdim ve Belsa’ya gitmeyi götüm yemiyor. Terbiyesizleşiyorum, biliyorum. Yalan söylüyorum; farkındayım. Bir imla kılavuzuna ihtiyacım var. umarım imla kılavuzum kaybetmiş olduğum bir balya kitabın arasında değildir. o kitapları keşke kaybetmeseydim. kaydetmek.

kelimeler birbirine benziyor. düşüncemin hızına erişebilecek bir kalem icat edebilmeyi isterdim. belki belki bilim adamları bu konuda uzlaşmış ve tez kalem inşasına girişmişlerdir. inşa dediğim zaman yalnızca toplumsal inşa kuramları canlanmasın kafanda sevgili okur. seninle henüz tanışmadık. büyük ihtimalle tanışmayacağız. işbu yazı yalnızca kağıt kalem bağımlılığını egale etmek amacıyla ortaya dökülmüştür. 

kafamda norah jones çalarken karton starbucks bardaklarını dik konuma getiriyorum. en azından otuz saniye önce bu eylemi gerçekleştirdim. Asıl soru: neden ışığı yakmıyorsun. Sirenler geçti, ışıklar başladı şimdi. Etrafımdaki gürültünün sistematiğini çıkartmadığım sürece bir problem yok açıkçası. Annem olmadan psikiyatristime gidebildim… o yavşak güvenlik görevlisine keskin bir bakış fırlatabildim. Tamam, kulaklığım evde kalmış olabilir; sevdiceğim çoktan uykuya dalmış olabilir: gecede bir gram müzik sesi bulunmayabilir. Ancak ben bu delici bakışı bir zafer olarak yorumlamalı ve hayatımın geri kalanında “ben ne bok yiyeceğim” sorusunu es geçmeliyim. 

Umberto Eco… siktiret eco’yu şimdi. Eco öldü. Yazdığın yazının açıklamasını yapıp yapmayacağını tart. Ya da bloğunu kimlerin takip edip etmediğini düşün. Varyantları kurcala. Uyumak istemiyorsun. Bolero’yu moderatoda duymak istiyorsun. İnsanın bir şeyi sevmesi için onu saplantı haline mi getirmesi gerekir? Hayır. Hollywood her zaman statükoyu mu meşrulaştırıyordu? Bu durumun bir başlangıcı var mı? Özgürlük gerçekten imkansız mı? Özgürlüğün varlığına inanmıyor, evliliğin manipülasyon üzerine kurulu olduğunu ifade ediyordum. Tam bir yıl olmak üzere. Belki birkaç milyon.
Kime göre neye göre demişti. annem ona güveniyor. ben onun değerleri olduğunu hatırlatmalıyım kendime. çokça zorlandım, erteledim, dayandım, direndim, koştum, yürüdüm. yarın gidiyorum. gitmek istemiyorum. gitmeyi istemediğimdendir oyalanışım. klasik edebiyatı bilmiyorum ama anlıyorum edebiyatçıları. emekçileri anladığım gibi tıpkı. kurallı cümleler yolun bittiği yerde bekliyor. Geçmişi unutmak gerekir belki; ama ben her şeyi hatırlıyorum sevgili okuyucu. Belki ona mail atarım. İronik ama hızlı bir haberleşme biçimi. 

siz proust değilsiniz demiş eco: ben ise Nietzsche’yi fazla ciddiye aldım. gereğinden uzun cümleler kurmayın demiş. acaba yansımalarla ilgili neler söylemiş…


Ravel’in aklından neler geçiyordu, bunu da merak ediyorum. Ya da erman çağlar ve ozan akyol kalt’ı kurarken ne düşündüler? neyi ciddiye aldılar? Arabaların içinden neden kabus sesleri geliyor? Çok fazla soru var… yansımaları ciddiye aldım ben. intihara teşebbüs ettim. sonda taktılar. polise ifade verdim. grup odasında ödev yaptım. o dersi geçtim. makbule’nin ellerinden çıkan dehşete tekmelerle tepki gösterdim. yazdıklarıma nasıl bir anlam yüklediğini bilmiyorum. açıkçası umrumda da değil. bilgisayarımı internete bağlı hale getirebilseydim bitmeyen senfoniyi araştırmaya girişecek ve kaybolacaktım. internette hışırtı yok. sabah 33e giderken şarkı söyledim. pişman değilim. yazmayı seviyorum ve ölene kadar sürdüreceğim. ışığı açmayı reddediyorum. 

günaydın. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder