29 Eylül 2013 Pazar

bum

Daha güzel kelimeler bulmalıyım. Daha güzel cümleler kurmalıyım. Dahasını yapmalıyım. Daha iyi, daha güzel, daha bilmem ne.. Daha iyisi her zaman var. Daha kötüsünün mevcut olmadığını iddia etmiyorum pek tabii.. Her zaman daha iyisi var ve her zaman daha kötüsü de. Amacım dengeyi sağlamak olduğunda bunu başarıyorum. Fakat bir sonraki adım, nasıl daha dengeli olabileceğimi kendime sormak. 

Denge kavramının yapısal çözümlemesini gerçekleştirdikten sonra, paradoksa ulaşana dek yapısöküm işine girişiyorum. Dengenin ne olduğu, dengenin tarihsel süreç boyunca nasıl tanımlanmış olduğu, Dengenin ne renk olması gerektiği gibi über soyutluktaki soruları bir bir sorup, bu soruların nasıl bir skalayı gözler önüne serdiğini uzun uzun tartışıyorum. Peki kiminle? Bittabii kendimle.. Al sana sonsuzluk. 

Sonsuzluğun ilerisinde -ötesinde değil, ilerisinde yalnızlık var: Harfleri yan yana dizip onlara şöyle bağırıyorum: "hadi halay çekin!" 

Esasında, uyumlu olup olmadığına bakmaksızın, önündeki klavyenin tuşlarına basarak, bir araya geldiklerinde geleneksel uzamda bir anlam ifade eden notaları ortaya çıkaran piyanist şantör gibiyim. Harfleri yan yana koy, zaten bunu 100.000 kez yaptığın zaman elde ettiğin şey anlamlı bir hale gelecektir. Zira onu da sorgulayacaksın.

Çünkü anlam her yerde gizlenebilir. Yatağınızın altında, sigara paketinizin içinde, çayın ihtiva ettiği oksalat kristallerinde bile! Ve anlamı her yerde bulabilirsiniz. Yeter ki sorgulayın ve bunu bir amaca ulaşma kaygısı gütmeden yapın. Öyle bir anlam denizi inşa edeceksiniz ki dudağınız uçuklayacak. Sonra bir bakacaksınız bu deniz olmuş okyanus.. Ve öyle genişlemiş ki derinleşmeye başlamış. Nihayetinde en son kara parçasını yutacak kadar çoğalmış.. Ve BUM! Ayaklarınızın altından kayıp giden zemine hoşça kal deyin. Zira onunla tanışmanıza gerek kalmayacak. Zemini düşünmek için kimin gerçek bir zemine ihtiyacı var ki allah aşkına? 

Kaybolup giden zeminin neden BUM gibi bir ses çıkaracağı sorusunu es geçip okyanusa dönelim. Zira bu soru herhangi bir dimağı düşünmekten vazgeçirebilecek bir cevaba sahip. 

Okyanusun sonsuz olmasını arzuluyorsanız cevaplardan uzak durmalısınız. Her bir cevap, okyanusun dibinde kimin ne zaman inşa ettiğini bilmediğimiz delikleri tıkayan tıpaları serbest bırakır. Bu deliklerin ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Söylentilere göre bu delikler boşluğa açılmakta. Gerçekten var olan bir boşluk fikrinin imkansız geldiğini biliyorum. Ama algılarınız sizi yanıltıyor. Burada imkansızlık yok; burada kapılar var. Burası sonsuz anlamlar içeren, ve anlamların da bir takım anlamlar ihtiva ettiği alabildiğine derin bir fraktal yapılar dizisi. Kapılar var. O kapılara açılan kapılardan geçip, bambaşka kapılara ulaşıyorsunuz. Kapılara açılan kapılar, delikleri tıkayan tıpalar kadar sonsuzdur. Kaybolmak pahasına aralarsınız kapılara açılan kapıları. Duvarların içinden geçer, yeni kapılara erişirsiniz. 

Anlamın her şey haline geldiği bu uçsuz bucaksız okyanusta yüzmek, içinde bulunduğumuz gerçeklikten pasifiğin dibindeki eşsiz canlılar kadar uzakta olmak demek. Zemini hatırlıyor musunuz? Hani kaybolup giderken BUM diye ses çıkaran zemini?

devam edebilir..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder