19 Temmuz 2013 Cuma

sonsuzluk ve rahatsız edilmek üzerine

"kağıdı çabuk getir" diye düşündüm. "çabuk getir şu kağıdı". "çabuk ol lanet olsun çabuk!". ilhamımı kaybedeceğimden korkuyordum. az önce aklımdan neler geçtiğini bilebilseydiniz keşke. belki de işin sırrı ne yazacağını düşünmemek. düşünmeden yazmak gerekiyor. düşünceleri yazıya döken bir makina fikrini pek çok kez geçirdim aklımdan. insan elinden daha hızlı ve kalemin kapasitesinin çok daha üstünde bir kayıt yöntemi... sonra mahremiyet geldi aklıma. korktum. neyse ki bu fikrin uygulanabilirliği, olasılık dışı olasılıkları hatırlatacak kadar uzak yaşadığım zamandan. 

insanlar var etrafta. bir sürü insan. konuşuyorlar. kendilerinden daha zeki olduğunu düşündükleri telefonlarından dünyayı izliyorlar. sınırları aştıklarını zannediyorlar. binlerce, yüzbinlerce kafanın varlığını hissetmek bazen ürkütüyor beni. ansızın bir kadın giriyor içeri, ya da çıkıyor dışarı. baktığımız yere göre değişiklik arz eden bir durum bu. üzerime çevrilen gözleri fark ediyorum bakmaksızın. hakkımda olan bir takım kelimeler ve kaynağını eylemimden alan yepyeni bir konu. yazılardan bahsediyorlar. kendilerini anlatıyorlar..

daha hızlı yazmalıyım. uçtu gitti düşünceler. yazmak anlamsızlaştı. bir bir salındılar boşluğa ve gittiler. terk ettiler. yok olmadılar ama çok uzaktalar şimdi. biraz daha uyarıcıya ihtiyacım var. kendimden başka bir nesneye. belki de beni daha üretken kılacak, yazılarımı zenginleştirecek melodilere. sahiden ne çok bağlıyım dışarıya. düşünecek şeyler bulduk ve düşünülecek şeyler ürettik... yok, yapamıyorum. bir şeye ihtiyacım var, daha anlamlı konuşan insanların seslerine ihtiyacım var... gözler, gülümseyen gözler, bir şeyler anlatan ya da anlattığını zannettiğimiz gözler. evrim teorisyenlerinin zihinlerinde, ve hatta engin literatürde ısrarla gizemini koruyan gözler...

yine oradasın. yine kesiştik aynı uzamda. ne yazıyorsun acaba? tekrar girişmeye değer mi böyle bir sorgulamaya? sorgulanmış olanı tekrar sorgulamak ne kadar mantıklı acaba? belki de daha değerli şimdi?

malzemeye ihtiyacım var. sana bakmalıyım, ama istemiyorum bakmak. gülümsüyorsun. gülümsüyorum. işte bundan korkuyordum. bakışlar ifşa etmemeli hiçbir şeyi. bu iletişim belki de kısa bir süre için sadece kağıdın bildiği bir şey olmalı. yaptığım şeyleri yazıyorsun biliyorum. eylemlerimi kaydediyorsun. bu çok sığ sanki. belki de değil. birkaç gün öncekinden daha farklı. birkaç gün önce bilmiyordum. varsayımlar üretiyordum hiç bilmeden. şimdi biliyorum bazı şeyleri. kahrolsun bazı şeyler. 

yanlış anlamıştım seni; anlamamıştım. yazdıklarını okuduğumda "Hey!" dedim. ben olmamalıydım düşündüğü. başka bir şey olmalıydı. sebeplerin bilinmezliği cezbetmişti beni. tam karşımda olmanın, bir şeyler yazıyor olmanın sebepleri. beni yazmaya iten sebeplerdi bunlar. şimdi ansızın çıkıp geldin ve bilinçli olarak oturdun tam karşıma. ben senden bahsediyordum yazarken, sen ise gıcık olmuştun sanki yazmama. umduklarımızın ve bulduklarımızın bambaşka şeyler olduğunu anladığımda o kutsal vecize yırttı deşti düşünceleri, yaşanan o anı: "ignorance is bliss". mutluydum, çünkü görmemiştim sebebi. bilmiyordum. - kaçamak bir bakış, göz göze geldik - beni mutlu eden olayların belirsizliğiydi aslında. umduğum ve bulduğum şeylerin arasında var olan zıtlık pek rahatsız etmedi beni. ilgilenmiyorum o konuyla. beni rahatsız eden bir şeylerin belirsizliğini yitirmiş olmasıydı. artık aramızda var olan uçurumun anlamını kaybettiğini düşünüyorum. bunları okuyacağını biliyorum. okuyacaksın evet. rahatsız ediyor beni. okuyacak olman değil, okuyacak olduğunu bilerek yazmam rahatsız ediyor. 

bu iletişim artık hepimizin bildiği, yaklaşık yetmiş yıl önce vuku bulmuş, kitaplara kazınmış ve kazınmaya devam eden basit bir modelle ifade edilebiliyor artık; kaynaktan çıkan ve hedefe doğru giden bir mesajı oluşturuyorum an be an. sen e bunu yapıyorsun. hayal kırıklığına çok benziyor. tarif edemediğim, tasvir edemediğim o iletişim, o uçurum yok oldu. bambaşka bir şeye dönüşerek eridi. 

öngörülebilirliğin canımı nasıl sıktığını anlatamam sana. açıklayamam bunu. sadece canımı sıktığını söyleyebiliyorum. o gün inşa olması için evrendeki bütün parametrelere yalvardığım uçurum, bütün haşmetiyle önümde duruyor şimdi. oluşumun tamamlanması. işte bunu beklemiyordum. işte beklediğim şarkı, işte beklediğim çay. gelelim o sorgulamaya... beni yazıyorsun. ne yazdığını bilmiyorum. mektuplaşıyoruz aslında. benden ne beklediğini bilmiyorum. tahmin etmeye çalışıyorum. dikkatlice yazıyorsun. dikkatle ve hızlıca. belki biraz umutsuzca. hiçbir şey içmiyorsun. anlatmak istediklerini anlatıyorsun. ben ise ne anlatabileceğimi bulmaya çalışıyorum. ilginç. senin kafanda bir şeyler var. benim ise yok. ansızın bıraktın kalemi, geri almak üzere hızlıca hareket ettin. -"anasını siktiğimin kalemi" dedim, üç kere salladım kalemimi-  ne kadarının dolu, ne kadarının boş olduğunu kestiremediğim bir çay bardağı var önünde. düşüncelere dalıyorum. bundan vazgeçmeliyim. konunun ben olduğunu hissetmekten vazgeçmeliyim... kendime odaklanmamalıyım. bilhassa sen bana odaklanırken yapmamalıyım bunu. kendimi yaka paça atıyorum bu uzamdan ve sana geliyoruz yine. 

acaba ne yazıyorsun? biraz daha kağıt istemeliyim.. belirsizlik koruyor gücünü. fakat ihtimal sayısı giderek azalıyor. ikili karşıtlıklar beliriyor zihnimde. bundan vazgeçmeliyim. çoğunluğu düşünmeliyim. sonsuzluğa ihtiyacım var. sonsuz ihtimallere. sonsuza yaklaştıkça tahmin edilebilirlik düşüyor. - bir sürü kağıdım oldu şimdi.- yazmayı bıraktın, bitirdin. belki de kağıtları boşuna istemiştim. yo, hayır. bu kabul edilemez. kağıtlar boşuna var olmaz, boş kağıtlar doldurulmalıdır, dolan kağıtların yeri ivedilikle üretilen boşluklarla doldurulmalıdır. 

evet tahmin ettiğin gibi rahatsız ediliyorum. sürekli, hep. eskiden buraya gelir, yapayalnız otururdum saatlerce. kitap okurdum ve bazen bir oturuşta bitirirdim elimdeki kitabı. ders çalışırdım. çok başarılı oldum. sonra muhabbet etmeye başladım. insanlarla konuştum ve ben insanlarla konuştukça sınırlar muğlaklaştı kendiliğinden. insanlar farketmeden, samimiyet skalasının izin verdiği ölçüde hadlerini aşmaya, rahatsızlık vermeye başladılar. kitap okumama, ders çalışmama izin vermez oldular. yazmamı engellediler, engellemeye devam ediyorlar ve engellemeye devam edecekler. şu an öngörebildiklerim bunlar. yo, hayır. bitirmeyeceğim yazıyı... fazlasını yapıyorlar. gördüğün gibi. bir müşteri olmanın ötesine geçtim zamanla. tıpkı bilinmezliğin ötesine- ilerisine değil, ötesine geçen o uçurum gibi. zamanla bilinebilir hale gelen pek çok şey gibi. 

"sonsuzluk" diyordu kitabın yazarı, "sonsuzluk dümdüz ve sıkıcı görünür. geceleyin gökyüzüne bakmak, sonsuzluğa bakmaktır. mesafe anlaşılamaz ve bu nedenle anlamsızdır." fakat tanımlama süreci... 

bi bitmediniz mk. kalemin mürekkebi bitti, siz bitmediniz. üstüme geliyor insanlar. duymak istemediğim uyarıcıları tekrarlıyorlar. yapayalnız kalmak istiyorum bazen senin gibi. yapayalnız hissettiren bir duyum eşiği istiyorum. belki de bu kötü bir fikir. belki de odaklanamamak benim suçum. belki de sağırlaşabilmek benim elimde. müziğin sesi çok yüksek. insanlar bağırıyorlar. galiba atak geçireceğim.

 aklımdan geçenin ne olduğunu bilmek ister miydin acaba? bir takım kağıtlar çıkarttın yine. yanımdaki beyaz tişörtün sarf ettiği saçma sapan fakat şüpheli bir biçimde ona anlamlı gelen kelimeleri duyuyorum. o kelimeleri kullanarak tahammül edilmez nitelikte cümleler kuruyor. siktir etmeliyim. tam şu an siktir edip sonsuzluğa odaklanmalıyım. sessizliği istiyorum. o rahatsız edici sessizliği. odaklan.. odaklan.. odaklan.. sonsuzu düşle.. sonsuzu tanımla.. bu gürültüyü lehime çevirmeliyim. ama nasıl yapabilirim? 

yine yazıyorsun. biraz sinirli ama çoklukla nötr bir ifade var yüzünde. acaba ne yazıyorsun? yine dönüyoruz başa. saat yedi buçuk oldu ve ben yazmayı bırakmak istemiyorum. gitmek istemiyorum. çay içmek istiyorum. bencil istekler, konuşmaya doyamayan insanlar. burada kesmek istiyorum. ama baş etmeyi öğrenmeliyim. sabrım etraftaki insanların artışıyla aynı oranda tükeniyor. 

yorgunum tam karşımda oturan adam. yorgunum. sana anlatmak istiyorum ama anlamanı istemiyorum. derdim seninle iletişim kurmak değil. yazdıklarını elinle kapatıyorsun...

evet. Son Damla da masama teşrif etti. merhaba Son Damla! lanet olsun sana. sana ve duyduğum seslerin sahiplerine, sebeplerine, sonuçlarına lanet olsun. duyum eşiğim başkalaşıyor. duyum eşiğimin kapasitesi 212897567385118193620224 uyarıcıyı aynı anda algılayacak düzeye erişti şimdi. patlamak üzereyim. artık karşımda değilsin. kendimi sınamaya devam etmeyi çok isterdim. 

gittim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder