30 Nisan 2013 Salı

bilmukabele

Gelgitler.. Medcezir.. Deniz nasıl Ay'a teslim oluyorsa, Ay nasıl nefes alıyorsa öyle. Şişir göğsünü, indir yettiğinde. Ve tekrar et. Nefes al dipte, nihayete erene dek.

Kendinden koptun ve buldun kendini yeniden. Hatırlamak zorundasın her daim.. Unutmak yok, unutmak lüks.. Feda etmek yok, feda etmek fazla sana, kendini bir başkasına.. Adamak saçma. Aidiyet gereksiz. Ver ne aldıysan. Aldığını geri ver, dönmezse git, dönerse senin. Bilmukabele...

Sonunda hareket ediyorsun. En nihayetinde yürüyorsun.. Binlerce tilki kafanda, binlerce imge, binlerce düşünce.. Güzel, iyi hisler..

Keyfini çıkar. Değişim seni hapsetmeden..

Morrissey için

İç/gece- banyo
+Eylül!
-Evet Eylül
+Yine kaldık başbaşa..
-Hoş geldin..
(yüzünü çevirir, kapı kapanır)

Neye yarar kaydetmek, nedir bu sonsuzluk tutkusu? Neden daha özenle seçmiyorsun kelimelerini? Hitap ettiklerin başka, ilgi alanların kaydı, yetkin olmadığın halde...

Ne diyorum ben? Her şey gün gibi ortada değil mi? Suçluyum.

-Her şey gün gibi ortada olduğu için kifayetsiz kelimelerin. Yüzeysel, boş, basit: Ama sen anlamıyorsun-

Evet, bulutlar bulut şeklinde: Çocukların düşledikleri gibi çizmeyişleri gibi tıpkı. Öğrenilen realizm değil bunun sebebi. Onanma kaygısıyla çizilen resimler. Birbirlerini yeniden üreten. Aynı dizgenin ürünleri.

-Fazla düşlemektendir belki de.. Paylaştığında yavanlaşan fikirler, Paylaşmadığında daha lezzetli. Zehirli..-

Bırak git. Bırak yok olsun. Yitsin ezelden beri yaratılagelmiş idollerin peşinde, erisin postmodern kahraman hülyalarının içinde. Boğulsun endüstrinin pompaladığı düşlerde; düşsün, asfalttan doğdu, asfalta karışsın. Külleri uçuşsun. Bunu istiyor.

Geri dön. Tak gözlüklerini.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Sonsuzsun

Ne zaman kendini bir başkasına adamaktan vazgeçeceksin, o zaman taşacaksın, içini doldurduğun o bedenden. Bir bedensin. Kırılgan, güçsüz, tek başına.  Bir ruhsun: Sert. Esnek olan kırılmaz..
 
Beklentiler, beklentileri kovalıyor. İnsanlar insanları. Hisler hisleri. Gel zaman git zaman unutuyorsun. Kendin olman için terk etmelisin bir şeyleri. Sen terk ederek var oluyorsun.
 
Bu güçsüzlük mü? Hayır. Bu kırılganlık veya güçsüzlük değil. Bu acımasızlık. Ama acımasız olmak acınası kılmaz insanı. Acıtmamalı.
 
Herkes gelir gider bebeğim; sensin baki olan.. Ta ki dünyayı algılayışın sona erene, bilincini var eden beynin gıda bulamayıncaya kadar. Bu algıda sonsuzsun.

25 Nisan 2013 Perşembe

engin biliş uzamında dolaşıyorum, ayağımda terlikler

Kendimi aşağılamaya cesaretim yok. Cesaretten peydahlanan canavarlarla güreşmeye mecalim yok. Güçsüz değilim, ama naifliği tercih ediyorum yine.

İçimi açıyorum, kendi ruhumu kazıyorum, devlerin omuzlarında duruyorum. Artık varolmayan terliklerimle. Yeni terlikler uyduruyorum kendime, olmuyor; belkide ilk defa sırf bu yüzden, düşmüyorum . Güzel ve dingin hissediyorum.
 
Toplumun pisliklerini keşfediyorum ve ruhuma erişiyorum..  Engin biliş uzamında dolaşıyorum, ayağımda terlikler.. Ayak bağı terlikler.. Onlardan kurtulmak istiyorum, ama kurtulmamayı tercih ediyorum.

Vazgeçebildiğinden korkma; Çünkü vazgeçilmez olan, eşsiz olan, ideal olan, işte o, o dimağ yazdırıyor bunları sana.. Ve uzaklığının dayanılmaz ağırlığı.. Borçlusun O'na ve onun yanında olmayışına..


Boş beşiklerle karşılaştım bugün. Yoklukla, hiçlikle, boşlukla. O uzam ve gercek dunyanın uzama dönük  alımlamaları arasında devinirken.  Mutlu etti beni. Arzuladığım şey o boşluğun somut görüngüsüymüş aslında. Boş beşik metaforu hafife alınmamalı; eşikten esen rüzgar da.. Ve terlikler, asla unutulmamalı..

ben üzerime düşeni yapmalı ve seni parçalarına ayırmalıyım.

yaz bakalım kurtulacak mısın. kurtulamayacaksın. bu yazının burada kalmayacağını biliyoruz ikimiz de. çünkü saklıyorum yaptıklarımı. hem seninkileri hem benimkileri. şimdi diyeceksin ki niye böldün benliğimi.

benim işim bu güzelim. ben yazarım sen okursun. benim yazarken parçaladıklarımı sen bütünlersin. yıllardır
birlikte çalışıyoruz bu uğurda. aslında kötü ve iyi diye ayırmamalıyım benliğini. sen bir bütünsün. ben üzerime düşeni yapmalı ve seni parçalarına ayırmalıyım. ama bunu nasıl yapmam gerektiğini hala bilmiyorum.

belki de benim suçum bu hale gelmen. ama hayır. böyle olamaz. senin parçaların senden koparılmış, uzaklara savrulmuş olsa da yine sende saklı. çünkü içine fırlatıyorum parçalarını. tıpkı bir tecavüzcünün ırzına geçtiği kadına yaptığı gibi.

seni rahatsız etmek için buradayım. uzun lafın kısası senin bir parçan değilim bebeğim. ben başka bir
bilincim. şimdilik rahat bırakıyorum seni.. gelelim asıl konuya...

bir bakalım ne yaptık bugün. kendimizi saldık, kontrolü elimizden bıraktık arzularımız özgürce uçuşsun diye. sonra ne oldu? istenç veya irade, o muhteşem güç bizi en umulmadık anda yarı yolda bıraktı. belki de istenç başkalarını hiçe saymak. belki de irade, bencilliğin kendisi. kısacası şöyle oldu;
-teslimiyet
-terk ediliş
-yıkım
-çay

hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

iki gün önce

Kutsadığınız günlere dikkat edin. Zira daha sonra onları lanetleme ihtimaliniz çok yüksektir. Kendinizle çelişirseniz, kendinizi asla affetmezsiniz.

Kutsadığınız günleri not edin. Zira yaşamakta olduğunuz sarsıcı değişimi analiz ederken kesin tarihlere ihtiyaç duyacaksınız.


Beyhude yaşantılarınızın bir gün ulviliğini yitirebileceğini çıkartmayın aklınızdan. Kendinize hep aynı gelirsiniz. Yanılmayın. Değişen şey sizin bakışınız.. Bazı insanlar değişmez..


Affetmeyin kendi istekleri için herkesi ve her şeyi hiçe sayan insanları. Çünkü onlar için değersizsiniz.. Herhangi biri'siniz.. Onlar için önemli olan kendi varoluşlarıdır. 
 
Kelimeleri kendi çıkarlarına uyduran insanlardan kaçın. Onlar kelimelerin değerini bilmezler. Anlamlarını da.. Dedim ya kendi varoluşlarıdır kabul ettikleri tek gerçeklik. Hiçe sayarlar diğerlerini.. Ötesini göremezler.

ışık hızında sonsuz olur zaman. işte o zaman ölümsüzlükten bahsedebiliriz...

Yine döndün, dolaştın, kilometreler katettin; geldin, yerleştin yeniden, hiç gitmeyecekmişsin, sanki ayrılmayacakmışsın gibi yerleştirdin eşyalarını, pembe çarşaflarını serdin, geldin, uzandın yatağına. farkında değilsin, ama huzurunla birlikte geldin, huzurunu peşinden sürükleyerek, ayağının tozuyla. yazmadın gelmeden. yazamadın yatağına uzanmadan. neden? sen sessizsen, senin sessizliğine bürünürüm ben. sen yazarsın ben söylerim. ben sen'im; sen de ben.. sen yazmazsan konuşamayız hiçbirimiz. ne sen ne de ben..

huzur dolusun biliyorum. bu gün o köprünün altından geçerken oh be! dedin içinden. sonunda yalnız kalabildim, sonunda ulaşabildim sessizliğe. artık ağlamayacakmış gibi duruyorsun.

yazacak anlatacak çözümleyecek okadar çok şey var ki, boğulacağımı hissediyorum. düşünce yığını, çöpler kadar düzensiz. düzene sokmak gerek, derleyip toparlamak gerek. tıpkı orda burda duran, evini bekleyen, doğru düzgün bir yere yerleştirilmeyi arzulayan eşyalarım gibi. başıboş kalacaklarını hissediyorum bazen. arkamdan götürmem, sürüklemem gereken, bana yük teşkil eden okadar çok eşyam var ki. mumlar, kitaplar, kalemler, yıllardır giymekten vazgeçmediğim kıyafetler... belki de onlar yüklüyorlar bana bir eve yerleşmenin sorumluluğunu.

şimdi anlıyorum babamın eşyalarımızı neden attığını. geçmişinden kaçması bir yana, rahat rahat hareket edemiyordu onları taşırken. onlara layık olamayacağını anladığında, o pembe bahçeli evin küflü bodrumunda çürümeye terketti hepsini.

daha iyi anlıyorum filozofları. bir parça bezden ötesi, sadece yük oluyor insana.. nasıl yürüyebilir ki insan sırtında ağır bir çantayla atina sokaklarında. nasıl düşünsün beli ağrıyorsa, belinden ötesini, kendinden başkasını... nasıl yaklaşabilir ki kendi özüne eşyalarından arınmadıkça... terketmek başlangıç gibi. odaklanmaya başlamak. mülkiyetsiz, yersiz, yurtsuz, eşyasız, bedensiz... sadece fikirlerle varolmak, kütlesiz olmak demek aslında. ışık hızına erişebilmek demek. ışık hızında sonsuz olur zaman. işte o zaman ölümsüzlükten bahsedebiliriz...

hello world dedi ve ekledi; her şey bitti. peki şimdi?

anlatmanın zamanı geldi mi? her şey gerçekten bitti mi? yoksa bir şeyi anlatabilmek için bitirmek mi gerekiyor? anlayabilmek için her şeyi yaşamış olmak mı gerekiyor?

sorular bunlar. soru yoksa düşünce de yok. cevaplara gelince... postmodernist bir neslin meyvesi olan pek çok insan gibi, ben de akışa inanıyorum. yani anlatırken anlıyorum ve akış dediğimiz o muazzam süreç içinde öğreniyorum pek çok şeyi. yazarak düşünüyorum örneğin. şimdi yaptığım gibi.

düşünen bir insan olarak çok yazı yazdım evet. fakat paylaşmadım hiçbirini.. bana göre paylaşmanın zamanı geldi ve huzurlarınıza sunmaya başlıyorum pek çok şeyi şimdi..

kafiyelerle karşılaşacaksınız bu uzamda.. pek çok kafiye ve itirafla. ve bir de düşüncelerle. ama en çok gerizekalılıklarla.

kutsal bir kitap yazıyorum; aptallıkla dolup taşan vecizelerin yardımıyla. keyifli bir tanıklık süreci diliyorum herkese. merhaba dünya..